• Vazgeç
    Filtrele
Filtrele

19 Nisan 2020 Antika Ve Sanat Eserleri Müzayedesi

Ankara Antikacılık, 19 Nisan Pazar günü salon müzayedesi olarak yapılması planlanan büyük ilkbahar müzayedesini, tüm dünyayla birlikte ülkemizde de görülen COVİD-19 salgının yaygınlaşmasını önlemek amacıyla alınan tedbirler kapsamında, 6-19 Nisan tarihleri arasında online müzayede olarak düzenleyecek. 6 Nisan Pazartesi günü saat 12.00’de başlayacak olan müzayede, 19 Nisan Pazar günü saat 14.00’ten itibaren canlı olarak yayınlanacak ve lotlar sıra ile sona erecek. 19 Nisan Pazar günü, saat 14.00’te ANKASANAT müzayede salonumuz yerine, bilgisayar ekranları başında buluşmak üzere…

Lot: 117 » Seramik

ATİLLA GALATALI (1936-1994)

Seramik şişe formunda obje, imzalı. Yükseklik 68 cm

Trabzon Lisesi’nde öğrenim gördüğü sırada resim öğretmeni Kayıhan Keskinok’un teşvikiyle sanata yönelen sanatçı, geçirdiği menenjit hastalığı nedeniyle eğitimine bir süre ara verdi. Hastalığın tedavisi sırasında kullanılan bir ilaç duyma yetisini yitirmesine neden oldu. 1957 yılında İstanbul’a gelerek Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinde mozaik çalışmaları yaptı. 1959 yılında Ruzin Gerçin’in iç mimarlık ofisinde çalışmaya başladı ve İstanbul Belediye Sarayı’na yedi mozaik pano uyguladı. 1960’lı yıllardan itibaren seramik üzerinde yoğunlaşarak İsmail Hakkı Oygar ve Hakkı İzzet’ten seramik dersleri aldı. Bu dönemde figürden uzaklaşarak nakış ve motiflere yöneldi. 1967 yılında kendi seramik atölyesini kurdu. Anadolu uygarlıklarına duyduğu ilgiyi çağdaş öğelerle harmanlayarak 1974’ten sonra ‘Ekoloji’ adını verdiği yapıtlarını gerçekleştirmeye başladı. Mimarlıkla da bağlantılı bu çalışmalarda dinamik ve organik bir biçim anlayışı egemendir. Galatalı’nın 1980’lerdeki çalışmaları ise geçmişteki tüm eğilimlerinin toplamıdır. Formları soyut bir nitelik kazanmıştır. Son yıllarındaki eserlerinde de, olgun bir ustanın rahat tavırları sezilmektedir. Kıvrılıp bükülen, katlanan dokular, etkin birer anlatım öğesi olurlar. Sanatçı, denediği her şeyi, yıllar sonra dönüp yeniden yorumlar, seramik sanatının sınırsız seçeneklerini, sonsuz olanaklarını araştırır. Ulusal ve uluslararası yarışmalarda otuzdan fazla ödüle layık görülen sanatçının, 1972’de Vallauris-Fransa Uluslararası Seramik Bienali’nde birincilik ödülü kazanan yapıtı Vallauris Modern Seramik Müzesi’ne alınmıştır. Atilla Galatalı’nın İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere Türkiye’nin pek çok ilinde 150’yi aşkın büyük seramik pano uygulaması mevcuttur.

Detaylar
Lot: 140 » Tablo

KADIKÖYLÜ MUAZZEZ (ÖZDUYGU) (1871-1956)

‘Ortaoyunu’, tuval üzeri yağlıboya, imzalı, 1934 tarihli. 55 x 71 cm

Tam adı Mehmet Muazzez Özduygu’dur. Sanat çevrelerinde ‘Kadıköylü Muazzez’ olarak tanınır. Bahriye Sanayi Alayı’ndan mızıka subayı olarak mezun olan sanatçı, resme olan ilgisi nedeniyle İstanbul Sanayi-i Nefise Mektebi’ne girdi. Buradan mezun olduktan sonra askerlik mesleğini bıraktı ve bir süre Güzel Sanatlar Akademisi’nde atölye hocalığı ve müdürlük yaptı. Ressamlığının yanı sıra iyi bir sahne sanatçısı da olan Muazzez Bey, ortaoyununda Arnavut ve Laz karakterlerini canlandırmıştır. Yaptığı resimlerin konularını da genellikle ortaoyunu kompozisyonları, sünnet düğünleri, Karagöz sahneleri gibi milli eğlenceler ve geleneksel oyunlardan seçmiştir. Ayrıca portre türünde de çok başarılı eserler vermiştir. Kavuklu Hamdi Bey ve Pişekar Küçük İsmail Efendi gibi ortaoyunun önemli figürlerinin portelerini yapmıştır. Başarıyla Karagöz oynatan ve bunu sahnelemekten büyük keyif alan sanatçının deve derisinden yapıp boyadığı Karagöz tasvirleri de vardır. Soyadı kanunu ile ‘Özduygu’ soy ismini almasına rağmen eserlerine sadece ‘Muazzez’ olarak imza atmayı sürdürmüştür. Pertev Boyar’ın ‘Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti Devirlerinde Türk Ressamları’ adlı kitabında ‘Monologların Anlatıcısı’ olarak bahsettiği Muazzez Bey’in yapıtları bugün resmi ve özel müzeler ile yerli ve yabancı özel koleksiyonlarda yer almaktadır.

Detaylar

SATILDI

Lot: 147 » Tablo

FERRUH BAŞAĞA (1914-2010)

‘Balıkçılar’, tuval üzeri yağlıboya, imzalı, 1946 tarihli. 64 x 64 cm Eserin, Bayram Karşıt tarafından 28.01.2020 tarihinde düzenlenmiş sertifikası mevcuttur.

Türk resim sanatı tarihinde soyut resme yönelen ilk ressamlardan biri olarak bilinir. 1935 yılında İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’ne kaydolan sanatçı, burada Nazmi Ziya Güran, Zeki Kocamemi ve Leopold Levy’nin atölyelerinde öğrenim gördü. 1940-1943 yılları arasında askerliğini yaptıktan sonra, Akademi’nin Yüksek Resim Bölümü’ne girerek 1947 yılında ikinci kez mezun oldu. Öğrencilik yıllarında inşaacı bir anlatıma ilgi duyan sanatçının bu yıllarda figürden yola çıkarak gerçekleştirdiği yapıtlarında 1950’li yıllarda yöneleceği geometrik soyutlamanın ilk izleri görülür. 1947 yılında İngiltere, Fransa ve Hindistan’da katıldığı fuarlar ve karma sergiler aracılığıyla soyut resimle tanışan ressam, bu yıllardan itibaren sonra tümüyle soyutlamaya yönelerek ayrıntıdan uzak ve yalın bir kurguya dayalı resim dilini benimsemiştir. 1949 yılında Devlet Resim ve Heykel Sergisi’ne soyut resimle katılan ilk sanatçı olan Başağa, ana teması figür olmakla birlikte lekeci bir yaklaşımla oluşturulmuş lirik soyutlamanın ilk örneklerinden biri sayılan bu eseri ile birincilik ödülü almıştır. 1960’lı yıllardan itibaren geometrik soyutlamayı bırakarak lirik-soyut eserler gerçekleştirmeye başlamıştır. Herhangi bir nesneyi ya da figürü çağrıştırmayan bu eserler doğrudan boya yapısından oluşmuş ve boya dokusu ön plana çıkarılmıştır. 1971 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin mozaik ve vitray atölyelerini kurmakla görevlendirilen sanatçı, 1981 yılına kadar bu atölyelerde hocalık yapmıştır. 1970’lerden sonra gerçekleştirdiği çalışmaları, soyutlamayla soyutun ve mozaikle vitray çalışmalarının bir birleşimi niteliğindedir. Geometrik kurgunun ışık kurgusuna döndüğü bu dönem eserlerinde mekan küçük parçalara bölünmüş, kalın boya incelmiş ve özellikle mavinin egemenliğinde saydam bir özelliğe bürünmüş, lekeler ise rengin kullanımına uygun olarak yumuşamıştır. Yine 1970’li yıllarda yöneldiği ‘güvercin’ motifiyle de özgürlük ve barış isteğini ifade etmiştir. 1980’de geometri ile ilgilenmeye başlayan Ferruh Başağa, “Geometri bir problemdir. Ben problem dışına çıkarak geometrinin estetiğini aradım” diyerek "Geometrinin Sonsuz Estetik Olasılıkları"nı keşfetmeyi İstanbul'daki atölyesinde sürdürmüştür. 1990’lı yıllardan itibaren ise biçimsel formlardan tamamen arınmıştır. Sanat yaşamı boyunca elliye yakın kişisel sergi açan ve yurtiçi ile yurtdışında çok sayıda karma sergiye, fuara, bienallere katılan ressamın eserleri Resim Heykel Müzeleri'nde, yurtdışındaki resmi ve özel kurumlarda, özel koleksiyonlarda ve çeşitli otel ve bankalarda bulunmaktadır.

Detaylar
Lot: 149 » Tablo

AYDIN AYAN (d.1953)

Boyacı, tuval üzeri yağlıboya, imzalı, 1985 tarihli. 40 x 49 cm

1972-1977 yılları, arasında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Yüksek Resim Bölümü’nde Sabri Berkel, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Neşet Günal atölyelerinde öğrenim gören sanatçı, ayrıca gravür atölyesinden de sertifika alarak mezun oldu. 1979’da Akademi’de asistan olarak göreve başladı. 1983’te Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nden Sanatta Yeterlilik unvanı aldı. 1986-1987’de İngiliz Kültür’ün bursuyla Londra Üniversitesi Goldsmiths College’da kuramsal çalışmalar yaptı. 1990 yılında doçent, 1998’de profesör oldu. Aydın Ayan, sanat yaşamının ilk yıllarında iki önemli kaynaktan etkilenmiştir. Bunlardan biri 1970’li yılların siyasi ve toplumsal olaylarıdır. İkinci esin kaynağı ise hocası Neşet Günal’ın toplumsal gerçekçilik eğilimindeki eserleridir. İlk dönem yapıtlarında bu iki esin kaynağının etkileri görülür. Sanatçı ilerleyen yıllarda sağlam bir desen anlayışıyla bu etkilerden sıyrılarak kendi özgün anlatımını oluşturmuştur. Toplumsal olayları yine figüratif bir anlayışla ele alan sanatçı, ilk yıllarından farklı olarak, kompozisyonlarını simgelerle zenginleştirmiştir. Tuvallerinde kullandığı tüm nesneler kompozisyondaki öykünün bir parçası niteliğindedir. 1980’lerin sonundan itibaren yeni arayışlara yönelen ressam, eserlerinde Türkiye’nin ve dünyanın değişen politik gündeminin etkilerini yansıtmıştır. 1980’lerin sonuyla birlikte, renk ve teknik oyunlardan yararlanmış, görsel etkiyi canlı tutan ve çekici kılan bu renk oyunlarını ışık oyunlarıyla zenginleştirmiştir. Çalışmalarını günümüzde İstanbul’da sürdüren Ayan’ın tüm resimlerinin ana konusu, kendisinin de ifade ettiği üzere, insandır ve anlatılan gerçekliğin anlatısıdır. Resimlerinde, tek amaç olmamakla birlikte, izleyiciyi düşüncel etkinliğe yöneltme tasası ayrıcalıklıdır. Sanatçı, 45. Sanat yılını, 2017 yılında Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde açtığı “Sır ve Büyülü Gerçek” isimli retrospektif sergisiyle kutlamıştır.

Detaylar
Lot: 150 » Tablo

ERDAL ALANTAR (1932-2014)

Portre, kontrplak üzeri yağlıboya, imzalı. Arkası ‘Alantar Akdemide 1954, Bir Talebe Gönül İlksavaş’ ibareli. 33 x 30.5 cm
Eser, Art Point Gallery tarafından yayınlanan, ‘Paris Ekolünün Son Temsilcilerinden Alantar Retrospektif “Hayatım”ın Sevinç’i ‘ adlı sergi kataloğunun 26. Sayfasında yayınlıdır (29 Ocak-2 Mart 2013).

Sanat eğitimini 1949-1956 arasında Cemal Tollu ve Halil Dikmen atölyelerinde tamamladı. 1958 yılında gittiği İtalya’da Floransa Güzel Sanatlar Akademisi’nde ve Roma’da fresk tekniği üzerine çalıştı. Sanatçının, soyut sanata geçiş yapmadan önceki bu dönemine ait eserler sınırlıdır. Aralarında hocası Cemal Tollu’nun tekniğini yansıtan bazı örnekler de bulunan bu yapıtlar, Alantar’ı daha sonra soyut anlayışa yönlendirecek olan araştırıcı bilinç düzeyindeki bilinen işlerine de ışık tutar. Müzayedemizde yer alan ‘Kadıköy Arka Penceresi’, ‘Kurbağalıdere’ ve portre konulu tabloları ressamın bu dönemine ait çok özel çalışmalardır. 1959 yılında Paris’e yerleşen Alantar, çalışmalarını uzun yıllar burada sürdürmüştür. Bu tarihten itibaren Türk resim sanatı tarihinde soyut resmin duayen isimlerinden biri olarak bilinen sanatçı, Selim Turan, Mübin Orhon, Nejad Melih Devrim gibi başka Türk ressamların da yer aldığı Paris Ekolü’nün de son temsilcilerinden biri olarak gösterilir. Ancak Erdal Alantar’ın soyut resme yönelmesi, bu güçlü akımın bir temsilcisi olmaktan çok, mevcut olanakları kendi sanat anlayışı içinde değerlendirmesi doğrultusunda olmuştur. Sanatçı bu süreci, Cumhuriyet Gazetesi’ne 1996 yılında verdiği demeçte “Figüratifle başladım ben. Sonra biraz heykel yaptım. Kolaj yaptım. Romantik ve kübik resimlerim de oldu. Daha sonra da soyutta buldum kendimi. Pat diye olmadı elbette bu geçiş…Nehrin yatağını bulması gibi, soyut da benim sanatımdaki yerini buldu” şeklinde ifade etmiştir. Paris öncesi dönemde ‘geometrik’ resimler yapan, ardından özellikle Osmanlı sarayını da etkisi altına alan ‘barok’ anlayışı, geleneksel hat sanatıyla bağdaştıran ressam, özellikle 1960’lardan sonra ‘lirik’ soyutlamaya yönelmiştir. Buradaki ‘lirik’ tanımlaması müziğin coşkun anlatımına da bir göndermedir. Piyanist ve solfej öğretmeni olan eşi Sevinç Hanım’ın da etkisiyle, genç yaşlarda başlayan ve özellikle Mozart, Beethoven, Wagner, Chopin ve Berlioz üzerinde yoğunlaşan klasik müzik sevdası, Alantar’ın eserlerinde bu senteze ayrı bir tat katan devinimin alt yapısını oluşturur. Barok etki yaratan renk kuşakları, dairesel küme ve ışığın başat olduğu eserleri, izleyeni sarmalayarak adeta içine çeker. Sanat eleştirmenleri onun yapıtlarını değerlendirirken müziğin görsel yansımalarını taşıyan eserler yarattığını ve bir nevi müziği resimlediğini özellikle vurgular. Bazı eleştirmenlere göre, sanatçının resimleri, alabildiğine soyut olmasına rağmen, yine de somut imgeleri çağrıştıran bir gerçekliğe de işaret eder. Bu gerçeklik, klasik müziğin, tuğraların, hat sanatının, Doğu’nun sonsuzluğunu çağrıştıran, yoğun müzikal etkisi olan görsel sanatlarının içinde yoğrulur. Fırçasının tuval üzerinde uyumlu gezinişinin yarattığı renk lifleri doğadaki somut kavramları düşündürür; örneğin, bunlar bazen rüzgarla sahile vuran dalgaları ya da bir hortumun yükselişini, bazen de insan bedeninin kıvrılışını veya suya atılan bir taşın yarattığı dairesel hareketlerle köpükleri çağrıştırır. Ancak Alantar, kendi ifadesiyle ‘soyutu soyut olarak görme’ eğilimindedir ve soyut resimde doğa izleri arayanları ‘sanat yapıtını sadece sanat yapıtı olarak algılama’ konusunda uyarır. Sanat yaşamı boyunca gerçekleştirdiği 130’u aşkın kişisel sergisiyle Paris Ekolü’nün en üretken sanatçılarından biri sayılan Erdal Alantar’ın eserleri İstanbul ve Ankara Resim Heykel Müzeleri ile Fransa, İngiltere, Belçika ve İsviçre’deki müzelerin koleksiyonlarında yer almaktadır.

Detaylar
önceki
Sayfaya Git: / 8
sonraki